5 Ocak 2009 Pazartesi

EKONOMİK SİSTEMLER ve KURUM – BİREY İLİŞKİSİ

“Kendimi bildim bileli” klişesini öğrenmemden beri içerisinde bulunduğum kurum, ideolojik topluluk vb. ile nasıl bir ilişki kuracağımı belirleyememişimdir. Bir aidiyet eksikliği hissederim hep. Oturduğum mahalleye, okuduğum okula, çalıştığım kuruma, yaşadığım şehre aidiyet bağıyla bağlanamamışımdır. Bu bireysel eksiklik bireylerin kurumlar ve kurumların bireyler üzerindeki belirleyiciliklerini tespit etmek açısından bana hem avantajlı hem de dezavantajlı bir konum veriyor. Avantajlıyım çünkü bir birey olarak bağlantıda bulunduğum kurumlara aidiyet duyamamam bana objektif olma imkânı sağlıyor. Dezavantajlıyım çünkü bu ilişkiyi birinci elden tanıma şansım olmadı.

Burada ne tür kurumlarla ne tür bireyler aidiyet ilişkisine girerler gibi bir liste verecek değilim. Ancak çok kısaca bir banka personeli ya da “ayakta yemek” zinciri çalışanı ile kurumu arasında böylesi bir ilişki gelişebilir. Hatta bu aidiyet ilişkisi kurumlar tarafından dayatılır. İdeolojik ekonomi modellerinde ideoloji bu aidiyeti kendisi için beklerken tarih boyunca her türlü yönetim modelini kendi yararına yorumlayıp bu yorumuna uyduran kapitalizm bireyin kendisine sövmesini umursamaz. Kapitalist aygıtlara aitlik var olsun yeter. Kapitalizm sosyalizmi kendince yorumlamadı ya da yorumlamayı başaramadı şeklinde düşünen olursa “sosyal demokrasi” kavramının sosyalizm isteyen toplulukların arzularını kapitalist ekonomi içerisinde tatmin etmek değil de nedir sorusunu ciddi olarak düşünmesini tavsiye ederim.

Bu iki ekonomik model üzerine yazdığıma göre bir de “şu daha iyi” yargısı vermek gerekebilir. İlk bakışta ideolojisine bağlılık ölçüsünde özgürlük vaad eden sosyalizm’e göre kendisine yönelik her türlü eleştiriyi sineye çeken kapitalizm çok daha özgürlükçü görünebilir. Fakat eleştiri bir teoridir temelde. Sosyalizm kendisine alternatif bir fikir sistemiyle barışık olarak var olma yeteneği gösterememiştir. Çünkü sosyalizm tüm ekonomik aracıları devlet bünyesinde toplar ve teoride tüm bireylerin birer üretici olarak bu tek kurum çatısı altında toplanmalarını öngörür, haliyle tüm bu bireyler devlete dönük olarak kurumsal aidiyet hissetmekle mükellef tutulurlar. Benzer bir şekilde kapitalist kurumlar da tek tek kendilerine bağlılık beklerler. Aradaki tek fark sosyalizm’in kendisine ideolojik bağlılık beslenmesini de sağlama hedefidir. Sosyalizm Kapitalizm’e göre daha kesin bir bağlılık bekler. Çünkü Sosyalizm’in kendi başına bir albenisi yoktur, günü kurtarma adına bir pakete sahip değildir. Sosyalizm’in vaadleri –eğer gerçekleşecekse- uzak gelecek içindir. Sosyalist düzene mensup olacak bireyler kendi hayatlarından ve belki de çocuklarınınkinden daha ötelerdeki insanlar için vazgeçmek durumundadırlar. Oysa Kapitalizm çabuk ve görülür başarı vaad eder. Kapitalist düzende yaşayanlar Kapitalizm’in vaadini gözleriyle görme, elleriyle tutma şansına sahiptirler. Kapitalizm bir paket çikolata gibidir, şişmanlatıyor ama yine de seviyorum, diyebilirsiniz. Sosyalizm Çin topraklarına benzer, sizi pirince muhtaç eder. Durmadan pirinç yerken sizden beklenen, sizi pirince muhtaç bırakan sisteme koşulsuz bağlı kalmanızdır. Bu arada etrafta afiyetle çikolatasını gövdeye indiren insanlar da mevcuttur. Haliyle Sosyalizm kendisini modifiye eder, bir devlete yerleşmeden önce tutturduğu özgürlükçü söylemi terk eder ve zorunluluklar başlar. Bu zorunluluğu uygulamaya koyanlar bir başka deyişle Sosyalizm’i uygulama sahasında yöneten kadrolar bu zorlayıcı tutumun geçmişteki özgürlükçü söyleme zarar vermediğin can-ı gönülden inanırlar kanımca*. Daha önce de belirttiğim üzere Sosyalizm gelecekçi bir sistemdir. Gelecekteki vaadlerinin gerçekleşeceğinin garantisi olmasa da… Esasında Sosyalizm’in kendisiyle ilişkide bulunan bireyleri ideolojisine mensup olmaya zorlayan gelecekçilik Kapitalizm’in ayakta kalmasına hizmet eden en önemli kozlarından biridir. Kapitalist sistemin çok da matah olmadığı pek çok kişinin kabulüdür. Özellikle de sistem içerisinde kapital olmadan yaşam idame ettiren bireyler bu kabule sahiptirler. İşte Kapitalizm’in sihri oradadır ki ayakta kalmasını bu bireylere bağlı bir şekilde sağlar. Kapitalizm’den hoşnutsuz olan bireyler Kapital’i kısa hayatlarının bir bölümünde elde edebilecekleri umudunu haklı olarak taşırlar. Böyle bir umudun sürekli varlığı da Kapitalizm’in kendi adına çok da endişeli olmasının önüne geçer. Kapitalizm-Sosyalizm konusundaki bir ayrımı daha gözden geçirerek bu bölüme son verelim. Kapitalizm’in bireylerde aidiyet uyandırma stratejisi de oldukça sıra dışıdır. Sosyalizm ideolojisini bireyler üzerinde daha ziyade duygusal –olmadı baskıcı- bir şekilde benimsetirken Kapitalizm kendisinden bahsetmeme yolunu seçer, kendine aidiyet oluştururken kendi erdemlerini öne çıkarmak yerine öteki’sine nefret oluşturmak suretiyle bireyi kendisine bağımlı kılar. Ben çocukken babaannem anlattığı dinsel hikâyelerin arasına küçük dini bilgiler de serpiştirirdi. Bunlardan en akılda kalıcı olanı elbette Kıyamet’le ilgili olanlarıydı. Bir keresinde “Kıyamet kopmadan önce dünyadaki tüm insanlar Müslüman olacaklar ve sonra İslam tek bir Müslüman kalmayasıya gönüllerden silinecek, son Müslüman da ortadan kalktıktan sonra Kıyamet kopacak. Kıyamet’in dehşetini hiçbir Müslüman görmeyecek” demişti. Tüm dünyanın tek bir dine ya da görüşe mensup insanlarla kaplı olması çok abartılı bir düşünce doğrusu. Böyle bir şey gerçek olabilse ve tüm dünya Kapitalist bir yönetimle yönetilse düzen çok kısa sürede çökecektir, çünkü Kapitalizm ötekisi olmadan yaşayamaz.

* İleride bu blogta yayınlamayı düşündüğüm Andrei Chikatilo nam-ı diğer Citizen X yazısında bende bu kanaatin oluşmasının sebepleri hakkında fikir verebilir.